Sayfalar

7 Ocak 2023 Cumartesi

İnsanlığın pek de gelişmemiş olması

İnsan çok uzun zamandır insan. En az binlerce yıldır. Düşünsel gelişmişliği oldukça yüksek. Bunu üretilen eserlerin gelişmişlik seviyesinden söyleyebiliriz. Tam bu noktada yanlış yollara sapmamak için detayları da açmak gerekiyor. İlk olarak geçmişten bize nelerin kaldığını düşünmek gerekiyor. Genellikle kalanlar üst katmanların üretimleri. Binlerce yıl öncesinin köylüsünü, kölesini ya da ortalama bireyini çok bilemiyoruz. Onları en fazla toplumun egemenlerinin ağızlarından ya da yine egemenler tarafından onlara verilen öğütlerden anlayabiliyoruz. Bu durumda insan çok uzun zamandır insandır derken geçmişin üst kültürünün bugünden farklı olmadığını söylüyorum. Bu üst kültür bugünün ortalama bireyinin kat kat üstündedir. Bugünün üst kültürü ile de yarışır. 

18 Temmuz 2020 Cumartesi

Oblomov ve Oblomovluk Üzerine


OBLOMOVLUK

Oğuz Atay’ın Selim'inden neredeyse yüzyıl önce Rusya’da gerçek bir tutunamayan vardı, Oblomov. Selim’in küçük burjuva depresyonlarının yerine, Gançarov’un eserinde toprak aristokrasisinin değişen düzene uyamamasının yarattığı oblomovluk yer alır. Tembel, hareketten korkan, iş beceremeyen Oblomov tarihte yerini kaybeden ve yok olmaya giden bir sınıfı temsil eder. Kendi kıyafetlerini uşağı olmadan kendi başına çıkarmayı ya da giymeyi dahi normal göremeyen soyluların yeni düzende yeri yoktur.

2 Ocak 2020 Perşembe

Güncel Türkiye Siyaseti

Siyaseti okumanın ancak sınıfsal bir perspektifle olabileceğine inanıyorum. Ne millilik, ne "bilimsel", "teknokrat bir bakış" ne de başka bir ölçütün siyasetin doğru okunmasına imkan sağlamadığını düşünüyorum. Peki bugünün siyasi durumuna sınıfsal bakmak bize ne söyler?

Ilk olarak mevcut iktidarın yani Akp'nin siyasi hareketlerini din, millilik ya da artık ne düşünürseniz onun üzerinden değil, onu destekleyen kapitalist sınıf açısından okumak demektir. Bu sınıfa daha önceden anadolu kaplanları gibi isimler takılmıştır. Anadolulu, muhafazakar iş adamları da denebilir.

Günümüzde bu sermaye ne istiyor sorusunu cevaplamadan önce biraz geriye dönmemiz gerekiyor. Siyaset bilimiyle ilişkisi olan herkes Şerif Mardin'i bilir. Kendisi öyle bir şahsiyettir ki üniversitede siyaset bilimi okuyup kendisini tanımadan mezun olmak imkansızdır. Onun görüşleri ana akım olmuş; sağcısından, liberaline oradan solcusuna çok büyük bir kitleyi etkilemiştir. Bu kitle güncel siyasette yaşananları da o ön kabülle okumuşlardır.

Peki Mardin ne diyordu? Mardin'in analizi hala tartışmaya açık olan modern toplum nasıl olunur, kapitalizm nasıl inşa edilir sorusunu sorguluyordu. Gelişmiş bir toplum sivil toplumla mümkündü. Sivil toplumun varlığı ise devlete bağımlı olmayan, kendi ayakları üzerinde duran bir zengin sınıfla mümkündü. Şimdi sığ kafa ne demek devlete bağımlı olmamak, devletle iyi olmak iyidir vs. diyebilir. Ama gördüğümüz gibi devlete yakın olmak demek ihalelerle zengin olmak, rekabetten kaçmak, kalitesiz iş yapmak, denetlenmemek anlamına geliyor. Devlete mesafeli olmak rekabet için ayakta kalmak için çabalamak, hatta uluslararası rekabet içinde daha iyi olmak için çabalamak anlamına geliyor. Böyle bir sermaye devletten tarafsızlık, hukuk ve düzen bekler.


Mardin'e göre geleneksel türk burjuvazisi yani Sabancılar, Koçlar, Tüsiad vb. devlet eliyle zengin edilmiş, suni gruplardı. Bu gruplar bu sebeple modern Türkiye'nin oluşmasına katkı sunamazlardı. Devlet darbe dahil hangi antidemokratik uygulamada bulunursa bulunsun devlete karşı konumlanamazlardı. Tekelcilerdi, rekabetten kaçma amacındalardı. Varlıkları devlete bağlıydı. Keza yabancı sermayeye de bağımlı yani komprodorlardı.

Işte yeni anadolu sermayesi rekabetçiydi, kendi kendini var etmişti, bu nedenle de Türkiye'yi modernleştirecekti. Siyaset bilimciler arasında yoğun kabul görmüş olan tez kısaca buydu. Bu tez birçok açıdan çöktü. Akp iktidarı birçok açıdan otoriter bir yönetim sergiledi. Bunun yanında gayet devlet eliyle zenginleşmek temel mekanizma oldu. Yap-işlet-devretler, döviz garantili projeler, devlet teşvikli krediler her yöntem kullanıldı.

Bu sermayenin projesi gayet başarılı oldu. Uzun yıllardır iktidarda kalmayı başardı. Şimdi bu tür bir ilişkinin yolsuzlukları ve siyasi kirlenmeyi getireceği aşikar, böyle bir yapı ülkeye zarar verir mi? Bunlar konuşacaklarımız değiller. Bunlar ikincil etkiler ve biz dediğim gibi sınıflar üzerinden konusaçağız. Bu tür bir düzen temel olarak bu sermaye grubunu güçlendirir. Peki güçlendikçe ne olur? Iktidardakiler giderek bu sermayeye daha bağımlı olur. Özerkliklerini kaybederler. Bazı durumlarda bu sermaye artık iktidardaki yapıyı ayak bağı olarak bile görebilir. Artık rekabeti, serbest piyasayı daha verimli olarak görebilir.

Şimdi bunlara bir de üçüncü bir faktör ekleyelim. Kapitalizm döngüsel krizleri olan bir sistemdir. En iyi siyasi yönetim dahi bu krizlerden kaçamaz. Bazen kapitalizmde işlerin iyi gidiyor olması bizzat krizi hazırlar. Iyi ve kötü yönetimler arasındaki fark bu krizin şiddetini vs. belirlemekle sınırlıdır.


Şimdi bu iki faktör yani Akp ile organik ilişki içindeki sermayenin yeterince palazlanması ve kapitalizmin döngüsel ekonomik krizleri günümüz siyasetini anlamamıza yardımcı olur. Bu sermaye bugün hala Akp'ye bağımlıdır ama muhtaçlığı gün ve gün azalmıştır. Bu çevreler için en kötü senaryo kendisine tamamen karşı radikal bir iktidarın kurulmasıdır. Bu durumda bu sermayenin zenginleşme süreci belki hukuk konusu olacak belki kazanımlarını tamamen kaybetmek zorunda kalacaktır. Bu senaryonun en iyi ihtimali olarak kamu ihalelerinden dışlanmak dahi bu grup için kabul edilemeyecek bir durumdur. Yani beka meselesidir:)

Bununla beraber bu grup artık bir iktidara böylesine bağlı olmayı masraflı bulmaktadır. Örneğin cemaat oluşumu gibi aşırı siyasetle ekonominin iç içe olduğu kadro hareketlerine karşı olduğu darbe teşebbüsünün ve cemaatin günümüzde düştüğü durumdan bellidir. Akp söz konusu olduğunda da ipleri giderek daha çok eline almak istemektedir.

Bu ne demektir? Bu artık giderek Akp'nin bu gruplara hizmetinin daha alenileşmesi, daha görünür kılınmasında yatar. Bazen bizzat parti siyasi çıkarı bir yana halkın aleyhinde olduğu apaçık olaylarda bile sermayenin baskısıyla karar almaktadır. Grevlerin yasaklanmasından, termik santrallerin bacalarına kadar birçok olayda bu görülmektedir. En aleni göründüğü örnek ise kanal istanbul projesidir. Bu ısrarın arkasında yatan kaybedilen belediyelerin ve ihalelerin karşılığını bu proje ile kapatabilmektir.

Bütün bunlara rağmen Akp'nin ile bu sermayeler arasındaki ilişkiye baktığımızda hem Akp'nin eskisi kadar karlı olmadığını hem de Akp'yi ayakta tutmanın giderek masraflı olduğu görülüyor. Üstelik bu durum bir ekonomik krizle çakıştığı için ortalık toz duman oldu.

Ekonomik kriz kuşkusuz dinecektir ama gidişat birçok açıdan sürdürülemezdir. Artık önemli bir fail olan bu sermaye Davutoğlu ve Babacan'la kendini yedeklemektedir. Bu isimlerin en kötü ihtimalle Erdoğan sonrası dönemde önemli figürler olacağı kesindir. Imamoğlu yine çeşitli vesilelerle bu gruba güven tesis etmektedir. Bizzat dört tarafımızda Suriye, Irak, Iran, Lübnan gibi ülkelerde halk ayaklanmaları yaşanırken, Türk halkının da mevcut gidişte çok sessiz kalabileceği şüphelidir. Gidiş ılımlı geçişi kaplumbağa adımlarıyla göstermektedir. En azından bu sermaye için hayali budur. Ancak gelecek ne gösterir bilinmez.



23 Haziran 2018 Cumartesi

Seçime Yaklaşırken


Seçimler yaklaşırken siyaset büyük oranda sandığa kitleniyor. Bütün muhalif hareketlerin hedefinde AKP ve Erdoğan'dan kurtulmak var. Bütün ümitler sandığa bağlanmış, bununla beraber Erdoğan'ın yenilmesi ve yenilmesi durumunda nasıl bir yeni düzenin kurulacağı da tartışmalı. Kısaca seçim ve demokrasi meselesine değindikten sonra işte bu olasılıklar üzerinde duracağım.
Demokrasi ve seçimler işçi sınıfı başta olmak üzere toplumun ezilen kesimlerinin mücadeleleri ile kazanılmıştır. Bu kazanımın sonucu olarak sermayedarlar sınıfı belirli ölçüde de olsa iktidarını halk ile paylaşmak zorunda kalmıştır. Ancak sermayedar sınıf kendi çıkarlarını halkın çıkarları olarak topluma empoze etmeyi başarmış, bu sayede iktidarını sürdürebilmiştir. Bunun teknik ismi hegemonyadır.
Seçim ve demokrasinin gündelik hayatta algılanışı ise ülkenin sorunları adına çeşitli öneriler getiren adaylar ve bu öneriler içerisinde en doğrusunun seçilmesinin halka bırakılması olarak görünür. Seçimin bu derece tarafsız ve rasyonel olması gerektiği düşünülürken, bundan sapmalar da halkın cahilliği olarak eleştirilir. Oysa seçimler ülkenin sorunlarını çözecek sanki bir matematik formülü gibi en iyi adayı ve en iyi politikaları bulma meselesi hiçbir zaman olmamıştır. Kapitalist toplum homojen değil heterojendir. Yani farklı grupların farklı çıkarları vardır. Bunlar arasında en belirleyici olanı işçi sınıfı ve burjuvazidir. Yine küçük burjuvazi ve çeşitli çıkar grupları etkilidir. Herhangi bir politikanın bunların hepsinin çıkarlarına hizmet etmesi olanaksız olduğu gibi çoğunlukla birinin çıkarına olan diğerinin dezavantajına olur. Örneğin grevlerin yasaklanması burjuvazinin yararına iken işçi sınıfı için yıkıcıdır.

6 Temmuz 2013 Cumartesi

Gezi Eylemleri ve Pasif Direniş



Pasif direniş gezi direnişi bağlamında uzun uzudıya tartışılması gereken mücadele şeklidir. Pragmatik anlamda zaman zaman faydalı olduğunu hepimiz gördük. Ancak duruma göre faydalı olan bu eylem şekli gün geldiğinde eylemin önünü tıklayıcı olabiliyor.

Yaşananlar üzerinden bakalım. Karşında kurumsal olan, gazı, plastik mermisi, toması, kalkanı, zırhı olan bir kuvvet var. Senin barışcıl olarak sergilediğin hiçbir tavır bu oluşumun davranışlarına etki etmiyor. O baştan ne yapacağını saptamış. Bu durumda polis değil ancak olaylara dışardan bakan grup açısından, pasif direniş bizim faydamızadır diyebilirsiniz.
 

1 Eylül 2011 Perşembe

Sokrates’in “Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir” den, Günümüzün Her Şeyi Bilen “Modern İnsanına”

Sokrates’in “Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir” sözü üzerine okul hayatında herkes kompozisyon yazmıştır. Belki de tekrar tekrar yazmalıydılar, çünkü bu basit gibi görünen söz insan olmanın anlamına varabilecek bir potansiyel taşır. Dizgeler bütünseldir ve onun bir yerini anlayan örneğin bu cümlenin ifade ettiğini anlayan oradan ilerleyerek genel dizgeye de ulaşabilir. Bu sözü incelersek göreceğimiz bilginin sonsuzluğu, ancak buna karşın insanın bilgide kendini sonsuzca ilerletebileceğidir. Böyledir çünkü bilmediğini söylemek eksikliğini kabul etmekle birlikte, bu eksikliği kapatabileceğini de ifade eder. Günümüzde kabul edildiği gibi “bilmiyorum” demek umursamazlığı, bilmiyorum ve ilgilenmiyorum gibi bir anlamı taşımaz. Çağımızda bilmiyorum demek bir suçtur! Yetişkin bir birey hele iş hayatında asla bilmiyorum dememelidir! “Modern İnsan”ın kutsalı bilmediğini biliyor gibi göstermektir. Onun için önemli olan doğru olan; düzgün olan, ahlaki olan değil, durumu kurtarmaya yarayandır. Bu yaklaşımın öğrenme potansiyelini yok ettiğini farkına varmaz. Zaten bu birey için öğrenmek sınırlı anlaklarıyla belirledikleri hedefe ulaşmada gerekli olan verilerden oluşur. Bu hedefin dışında kalan bilgilerinin nasıl bir fayda sağlayacağını anlamaktan sığ olan yaklaşımıyla basit çıkarlarına hizmet etmeyen her bilgiyi anlamsız görür.  

Sokak Köpekleri


Her geçen gün yürüdüğüm aynı sokakları takip ederek eve dönüyordum. Eve az bir mesafe kaldığı sırada daha öncede birçok kez gördüğüm o sokak köpeğini gene aynı yerde gördüm. Kendine güveni tam azametli bir şekilde etrafı inceleyerek kendi bölgesi sandığı alanı koruyordu. Kendi bölgesi sanıyordu ama köpek kimsenin umurunda değildi, havlayarak saldırgan bir tavır sergilediği ne yoldan geçen arabalar ne de insanlar köpeğin varlığını bile umursamıyorlardı. Umursamadıkları ise bir yana köpek ne zaman onları gereğinden fazla rahatsız edecek olursa uygulayabilecekleri onu uyutma hakkını da saklı tutuyorlardı. Köpek ise bunların hiç birini bilmiyor gerekirse ölümüne kavga edeceği hatta belki de öleceği o alanda gururla dikiliyordu.
Köpek hayvandı, yaptığı için suçlanamazdı. Peki ya insanlar. Biz hiç o köpeğin duruma düşmez miyiz? Birçok kereler hırslarımız peşine düşüp de olaylara sadece öznel açıdan bakıp, ancak genel olanı kaçırdığımız olmaz mı? Kimi zaman yeteri kadar bilmemek, düşünmemek, kimi zamansa hayattan kopukluk bizi o sokak köpeklerinden farksız konuma koyar ve tıpkı onlar gibi halimizi bilemez ve her şeyi kaybederken kazandığımızı sanırız. Buna inanmıyorsanız çevrenize bakınız, bu günlerde böyleleri çok daha fazla ortalarda.
Siz bakmıyorsanız tarihten, günümüzden örnekler verelim. Eski çağlarda uzunca bir süre felsefi tekel konumunda bulunan ve gelişime ayak uyduramayarak silinen skolastik felsefe, gerçekliklerden koparak, meditasyon tarzı derin düşüncelerle “anlamak için inanıyorum” gibi tersine çevrilmiş düşüncelerle sokak köpeği durumuna düşmemiştir de ne yapmıştır. Peki günümüzde kitap okumayı hor gören, sanatı, felsefeyi aylak eğlencesi sanan, tek kılavuzu günlük hayatın o basit ilişkileri olan insan, başkalarının üstüne basıp yükselmeyi kendine hak gören ama sırf bu yüzden üzerine basılan atomize olmuş günümüz toplumunun köylü kurnazı bireyi, sizce onun geneli görme fırsatı var mıdır? O da en az bir önceki kadar sokak köpeğidir.
Bizi sokak köpeği olmaktan kurtaracak çözüm nedir? Sokak köpeği, Don Kişot vari cesaretiyle kahramanlığın sınırındayken, konumu ve davranışlarının sonuçları hakkında bilgisizliği onu hiçliğe hatta daha kötüsüne düşürmektedir. Öyleyse yapılması gereken eylemi ve etki gücünü her zaman devam ettirmek ve korumak, ama bu pratiği gençliğin ateşine ya da duygulara bırakmamak, usun ve yöntemin eline teslim etmektir. Bu yöntem ise bizler için diyalektik materyalizmdir.
Marks’tan etkilenen, hatta kendisini Marksist olarak tanımlayan toplumsal-siyasal hareketlerin de teori-pratik diyalektiğini tartışıp pratiğe yöneldiğinde genellikle pratiği teorinin yerine geçirip salt(dar) pratik davranış sergilediğini gözleriz ve sıkça teoriyi yadsır bir politik duruş sergilendiğine tanık oluruz. Bu duruş, bilinçli ya da bilinçsiz, Rosa Luxemburg’un sürekli eleştirdiği, Bernstein’cı “hareket her şey, amaç hiç bir şey” salt pratikçi veya salt özneci “kör” eylemci ilkeye götürür. Oysa marksizme ruh kazandıran, marksizmi kavgacı kılan, ona dayanan siyasi hareketleri köklü bir değişim için bilinçli bir hedefe yönlendiren yine felsefedir. Sonuç olarak kitlesel olmayan, teoriyle bağları olmayan, sırf tepki vermek adına yapılan ve genel duruma veren mücadeleler sokak köpeklerinin kaderini paylaşmaya mahkumdur.
Not: Bu yazı oldukça değerli olan üniversite öğrenci eylemleri dışında, üniversitelerdeki sol içi gruplar arasında yaşanan nadir kimi çatışmalar için yazılmıştır.