Sayfalar

23 Haziran 2018 Cumartesi

Seçime Yaklaşırken


Seçimler yaklaşırken siyaset büyük oranda sandığa kitleniyor. Bütün muhalif hareketlerin hedefinde AKP ve Erdoğan'dan kurtulmak var. Bütün ümitler sandığa bağlanmış, bununla beraber Erdoğan'ın yenilmesi ve yenilmesi durumunda nasıl bir yeni düzenin kurulacağı da tartışmalı. Kısaca seçim ve demokrasi meselesine değindikten sonra işte bu olasılıklar üzerinde duracağım.
Demokrasi ve seçimler işçi sınıfı başta olmak üzere toplumun ezilen kesimlerinin mücadeleleri ile kazanılmıştır. Bu kazanımın sonucu olarak sermayedarlar sınıfı belirli ölçüde de olsa iktidarını halk ile paylaşmak zorunda kalmıştır. Ancak sermayedar sınıf kendi çıkarlarını halkın çıkarları olarak topluma empoze etmeyi başarmış, bu sayede iktidarını sürdürebilmiştir. Bunun teknik ismi hegemonyadır.
Seçim ve demokrasinin gündelik hayatta algılanışı ise ülkenin sorunları adına çeşitli öneriler getiren adaylar ve bu öneriler içerisinde en doğrusunun seçilmesinin halka bırakılması olarak görünür. Seçimin bu derece tarafsız ve rasyonel olması gerektiği düşünülürken, bundan sapmalar da halkın cahilliği olarak eleştirilir. Oysa seçimler ülkenin sorunlarını çözecek sanki bir matematik formülü gibi en iyi adayı ve en iyi politikaları bulma meselesi hiçbir zaman olmamıştır. Kapitalist toplum homojen değil heterojendir. Yani farklı grupların farklı çıkarları vardır. Bunlar arasında en belirleyici olanı işçi sınıfı ve burjuvazidir. Yine küçük burjuvazi ve çeşitli çıkar grupları etkilidir. Herhangi bir politikanın bunların hepsinin çıkarlarına hizmet etmesi olanaksız olduğu gibi çoğunlukla birinin çıkarına olan diğerinin dezavantajına olur. Örneğin grevlerin yasaklanması burjuvazinin yararına iken işçi sınıfı için yıkıcıdır.
Bu kısa açıklama demokrasinin aslında ideal yönetimi seçmek için değil sınıf mücadelesinin bir alanı olduğunu belirtmek içindi. Bu durumda sorulacak soru Erdoğan hangi sınıfı temsil etmektedir ve seçimlere giderken ülkemizdeki sınıf mücadelesinin mevcut durumu nasıldır. Bu sorulara verilecek yanıtlar ise seçim sonucunu tahmin etmek için anketlerden, gündelik siyasi atmosferde esen rüzgarlardan daha anlamlıdır.
Klasik kabul gören cevap AKP ve Erdoğan'ın Anadolu kaplanları olarak ifade edilen İslami burjuvaziyi temsil ettiği üzerinedir. AKP iktidarı ile iyice büyüyen bu grup temel olarak MÜSiAD altında örgütlenmiştir. Bu grubun her ne kadar ikisi de aynı sınıfın bileşeni de olsa Türkiye'nin geleneksel büyük sermayesi olan ve TÜSİAD altında örgütlenmiş olan sermayedarlar fraksiyonundan farklılaşan çıkarları vardır. İslami sermaye daha az kurumsal ama daha kolektif, dinamik görünmektedir. Büyüme ve dünya ekonomisindeki payını arttırma derdindedir. Erdoğan'ın çoğu zaman sözde kalan ama saldırgan olmaya çalışan politikaları işte bu hedefe hizmet etmektedir. Daha önemlisi ise popülist liderliği ile işçi sınıfı üzerinde bir afyon hizmeti görmesidir. Kapitalist sınıfın çıkarlarını, grevleri yasaklamak dahil, aleni şekilde savunurken yine de halkın meşruiyetini alabilmesi onu önemli bir lider yapmaktadır.
Ancak bu mutlu evlilik bugün belirli oranda çatırtıdadır. Ekonominin kötü gidişi temel neden iken bu diğer sorunları da daha göz önüne getirmiştir. Dış ilişkilerdeki başarısızlıklar, hukukun güvenilirliğinin kalmaması, tek adamlık rejiminin yükselmesi artık bu Anadolu kapitalistlerini de rahatsız etmektedir. Bu durum ise yumuşak geçiş formülünü gündeme getirmiştir. Bu formül Gerçek gazetesinin sayfalarında yıllardır ifade edilmektedir. Bu muhalefet Abdullah Gül, Mustafa Sarıgül ve Fetullah Gülen olarak Güllü muhalefet olarak da isimlendirildi.  Bu girişimin ayakları ise hem Amerika, hem CHP hem de AKP'dir.
Muhalefeti Erdoğan'dan kurtulmaya indirgeyen bu hareketin CHP ayağını Abdullah Gül'ü başkan adayı gösterme çabasında görebiliriz. Görünür de bu çabanın başarısız olmasını Muharrem İnce ve Meral Akşener engellemiş görünüyor. Ancak bahsedilen Anadolu sermayesinin bu girişimin arkasında güçlü şekilde durmaması daha önemlidir. Bu sermaye grubu bugün devlet imkanlarından azami şekilde yararlanmaktadır. İhalelerden, devlet bankalarından uygun kredilere, bürokratik süreçlerde kolaylıklara şu an sahip oldukları avantajı bırakmak istememektedirler. Erdoğan'ı kişisel olarak karşılarına almanın riski ve yumuşak geçişin öngörülemez sonuçları engeller oluşturmaktadır. Son yıllarda yaşanılan süreçler gezi parkı isyanı, metal işçilerinin grevleri ve daha bir çok toplumsal hareket yumuşak başlayan bir geçişin dahi nereye ilerleyeceğini kimsenin kesin olarak söylemeyeceğini gösteriyor.
Yumuşak geçiş formülünün ortadan kalktığı bu durumda muhalefet planını kendi başına gerçekleştirmek zorunda kalıyor. Arkasında olan toplumsal gruplara baktığımızda büyük sermaye ve emek gücü vasıflı olan emekçileri görüyoruz. Bugün AKP'ye Erdoğan'ın popülizmi sebebiyle yakın duran işçi sınıfının çoğu katmanı da aslında muhalefetin doğal/olması gereken bileşenidir. Demek istediğim İnce-Akşener-Karamollaoğlu ittifakının işçi dostu olduğunu söylemek değil ancak işçi düşmanlığı aleni olan Erdoğan'ın yanında bu grubun işçi sınıfına sağlayabileceği kazanımlar ve mevziler mevcut. Gönüllü olmasa dahi iktidarı alabilmek için bunu yapması gerekiyor.
Görece sert geçiş diyeceğimiz bu formülün arkasında iki toplumsal grup var. Biri büyük sermaye iken diğeri ise işçi sınıfı. Peki bu iki grup bugün AKP'yi mağlup edebilir mi. İlk olarak TUSİAD grubu yani büyük sermayeye bakarsak, onlar hiçbir şekilde Anadolu burjuvazisi kadar saldırgan ve kolektivizm içinde değiller. İlk olarak siyasi mağlubiyet onlar için her şeyin sonu değil, uluslararası bağlantıları sebebiyle kendilerini koruyabiliyorlar. Devlet tamamen arkalarında değil, politikalar onların birincil istekleri doğrultusunda oluşturulmuyor, hayat görüşü olarak AKP ile yakın değiller ancak yine de işçi sınıfı karşısında iktidar onların yanında. Öyle ki Erdoğan onlara ne istediniz de vermedik diyebiliyor. Bu grubun bu savaşı vermekte ne kadar istekli olduğunu Aydın Doğan'ın tüm medyasını ele çıkarmasından ölçebiliriz.
Son tahlilde elimizde beyaz yakalılar, memurlar, emekçilerden oluşan işçi sınıfı kalıyor. Bugün bu grubun oldukça kalabalık bir kısmı AKP'yi destekliyor. Bu ise seçimler konusunda bizi ümitsizliğe teslim edebilir. Çünkü elimizde kalan son grup da bu değişimi gerçekleştirecek örgütlülük ve bilinçte değil. Ancak iki sebeple bu umutsuzluğa düşmemek gerekir. Bugün ne Anadolu sermayesi ne büyük sermaye ne de işçi sınıfı Erdoğan'dan memnun değil. Ancak onu değiştirme konusunda emin değiller ve güçlerine güvenmiyorlar. Yerine konacak düzen konusunda uzlaşamıyorlar.
Bu noktada ise bize düşen görev nedir? Abdullah Gül'ü ikna etmeyen çalışan CHP gibi Anadolu sermayesine yeni düzenin onların da çıkarına olacağını mı göstermeliyiz. TUSİAD’ı yeteri kadar cesur olmadığı noktasında risk alması için baskı yapıp ümitleri büyük sermayeye mi bağlamalıyız. Bu politikaların devrimcilikle alakası olamaz ama bunun da yanında başarısı da olamaz. Geriye tek kalan ise işçi sınıfını örgütlemek ve bilinçlendirmektir.
Yazının başında belirttiğim seçim ve demokrasi kavramlarına bu noktada bir ek yapmak gerekir. Seçim kazanan ve kaybedenin olduğu bir süreç değildir. Farklı toplumsal grupların elindeki güç ölçüsünde toplumsal yaşamımızın nasıl olması gerektiği konusundaki düşüncelerine halkı ikna edebilme sürecidir. İşçi sınıfının mücadeleleriyle kazanılmıştır ve propagandanın kapitalist toplumda görece en özgür yapılmasına izin verilen dönemdir. Aynı şekilde kitlelerin de siyasete açık olduğu bir dönemdir. Kazanabilecek olası adaylara ve düzen politikasına terkedilmeyecek şekilde önemsenmelidir.
İşçi sınıfının toplumsal programı ise bellidir. Devrimci Marksizmdir. Diğer alternatifler büyük sermayenin eline bakmak ya da yumuşak geçis formülü kazanırken bile kaybetmektir. Bu nedenle devrimcilere seçim döneminde düşen görev ümitsizliğe kapılmamak ve bu süreçten doğru politikayı halka ulaştırmak adına faydalanmaktır. İşçi sınıfı bilinçli ve örgütlü hale getirilmedikçe en azından bugün için egemen grupların (Büyük ve Anadolu sermayesi) en temel insan haklarını bile hiçe sayan bu rejimden kurtulma istekleri ne samimi ne de yeterlidir. Bu nedenle bırakın geleceğin sosyalist toplumunu kurmayı bugün en temel insan haklarını dahi egemen kılmak adına seçim dahil her fırsattan faydalanarak örgütlülüğü yükseltmek gerekir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder