Sayfalar

1 Eylül 2011 Perşembe

Sokrates’in “Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir” den, Günümüzün Her Şeyi Bilen “Modern İnsanına”

Sokrates’in “Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir” sözü üzerine okul hayatında herkes kompozisyon yazmıştır. Belki de tekrar tekrar yazmalıydılar, çünkü bu basit gibi görünen söz insan olmanın anlamına varabilecek bir potansiyel taşır. Dizgeler bütünseldir ve onun bir yerini anlayan örneğin bu cümlenin ifade ettiğini anlayan oradan ilerleyerek genel dizgeye de ulaşabilir. Bu sözü incelersek göreceğimiz bilginin sonsuzluğu, ancak buna karşın insanın bilgide kendini sonsuzca ilerletebileceğidir. Böyledir çünkü bilmediğini söylemek eksikliğini kabul etmekle birlikte, bu eksikliği kapatabileceğini de ifade eder. Günümüzde kabul edildiği gibi “bilmiyorum” demek umursamazlığı, bilmiyorum ve ilgilenmiyorum gibi bir anlamı taşımaz. Çağımızda bilmiyorum demek bir suçtur! Yetişkin bir birey hele iş hayatında asla bilmiyorum dememelidir! “Modern İnsan”ın kutsalı bilmediğini biliyor gibi göstermektir. Onun için önemli olan doğru olan; düzgün olan, ahlaki olan değil, durumu kurtarmaya yarayandır. Bu yaklaşımın öğrenme potansiyelini yok ettiğini farkına varmaz. Zaten bu birey için öğrenmek sınırlı anlaklarıyla belirledikleri hedefe ulaşmada gerekli olan verilerden oluşur. Bu hedefin dışında kalan bilgilerinin nasıl bir fayda sağlayacağını anlamaktan sığ olan yaklaşımıyla basit çıkarlarına hizmet etmeyen her bilgiyi anlamsız görür.  

“Modern İnsana” göre bilmediğini kabul etmek seni topluluk önünde küçük düşürür, onların gözünde topluluk zafiyet göstereni parçalamak için hazır bekleyen kurt sürüsünden oluşur. Oysa insan doğuştan zafiyetlerle doğar. Ailesini bakımına ihtiyaç duyar, doğaya karşı çaresizdir, genel olarak yardıma muhtaçtır. İnsan kendi türünün yardımlarıyla bütünleştikçe yükselir, onun en önemli özelliklerinden birisi toplumsallığı, sosyal varlığıdır. İnsanlık hayvanlardaki grup çalışmasını iletişim, kültürel, birikimsel vb. birçok anlamda en üst noktaya taşımıştır (hala hayvanlarınkinden daha ilkel tepkileri bu grup çalışması içerisinde gösterdikleri halde).  Tarihimiz kolektif çalışmamızın tarihidir. Kolektif çalışmanın modernleşmesi bütün toplumu da beraberinde modernleştirir, bunu sanayi toplumunu hazırlayan önemli olgulardan biri olan iş bölümünün modernleşmesinde yaşandığını görebiliriz. Çalışma hem bilginin kullanıldığı ve yeni bilgelerin çıkarıldığı, somutta artı değeri oluşturan, bireysel olarak bireyi geliştiren, gerçekleştiren bir süreçtir. Bu süreç bireylerin birbirlerinin önüne geçmek için değil birbirlerinden faydalanarak birbirlerini geliştirmesi için vardır.

İnsanlar özünde iyidir. İyidir, çünkü eğitimsiz halleriyle iyi oldukları için değil, medeniyeti ve kültürü oluşturabilecek usa sahip ve bu kültürü özümsedikçe iyi bireylere dönüşecekleri için öyledirler. İyiliğe giden bu yol ise ancak insan olarak insanlığa muhtaçlığı bilenler için açıktır. Kültürümüz ve usumuz toplumsallığımız içinde gelişirler ve gelişim bilmeyi isteyen bireyin ve bunu isteyebilmek için bilmediğini itiraf etmesiyle başlar. Bundan sonra kültürel insanın hedefi birlik içinde üretip, tüketip ve yaşabileceğimiz alanı sağlamak, bireyler olarak birbirimizi geliştirerek, toplumumuzun geliştireceğimiz düzene ulaşmaktır. İnsanca olanı budur, hayvanca olanı yaşadığımız dünyada bir de bu hayvanlığı övmek, gönüllü hayvanların insanlığa yaptığı büyük kötülüktür. Üretimde mevcut olan düzene biat eden, memnun olan ve savunan bu kadar insan varken, kapitalizmden ötesine ulaşmayı beklemek masaldır.

 

Kendisini güvensiz hisseden ve bunun sonucunda yaptıklarıyla düzeni doğrulama derecesinde teslim olanları anlamak için kapitalizmi ve rekabeti incelemek gerekir.

 Kapitalizm bireyciliği ilkelerinin temellerine sindirmiş bir sistemdir. Hem burjuvalar arası rekabette hem emekçiler arasındaki rekabette bireysellik bizi farklı silahlarla kuşandığımız yeni modern savaş ortamına atar. Örneğin burjuvaların rekabeti; siyasetin yapılış nedenlerinden biri olan, koşulları çıkar gruplarının lehine düzenleme amacı doğrultusunda yapılan yasaların alanında yaşanır. Bu yasaları kendine yontma siyasete etkide bulunabilme silahına, yasaları dolanma avukatlık silahına aittir. Piyasa mücadelesi reklamcılık silahına, rakibi alt etmeye yarayacak ürünleri bir anda piyasaya sürme ya da çekme gibi tekniklerle fiyatları belirleme kapitali büyüklüğü ve finans silahlarına aittir. Benzer şekilde uluslar arası ticarette en önemli silahlardan birisi de ulus devlet silahıdır. Bu silah gerektiğinde gerçek anlamda bir silaha da dönüşebilir.

Burjuvalar arasındaki modern savaş için daha da derinleşip birçok olgu açığa çıkarılabilir. Ancak söylediklerimde başka bir şeyin daha fark edilmesini isterim. Asıl fark edilmesi gereken toplumumuzun değişmez öğeleri olarak aldığımız, onlarsız olamayacağını düşündüğümüz bir çok kural, kurum ve olgunun hiç de evrensel olmadığının kimisini tamamıyla şu an ki sistemin yarattığı, kimisinin de geçmişten gelen ve şu anki sisteme adapte olmuş olduklarını görürüz. Hepsinde göreceğimiz ise gökten inmiş gibi hayatımıza gözlerimizi açar açmaz onlarla başladığımız her şeyin geçici, koşullara ve çıkarlara bağlı olduğudur. Koşullara bağlılık doğaldır, hatta amaç sistemin amaçlarını sağlaması ve verimli işlemesiyse olgular sisteme uyumlu hale getirilmelidir ve gelirler. Ancak evrenselimizin koşulların üstünde olduğunu unutmamalıyız. Bu olgular evrensel değildirler. Toplumsal gelişmemizi yansıtan kusurlarla doludurlar ve zamansal tarihsel olanın dışında bir anlamları kalmayacak, yok olacaklardır. O yüzden çevremiz sorgulayıcı bakmalı, budur diye verili olanların zorunluluklarını tartışmalıyız.

Burjuvalar yarattıkları ve yozlaştırdıkları kurumları kullanarak rekabeti bozmanın sistemin bütünlüğü açısından da zararlarının farkındadır. Bunun için sistemde rekabetin zararlı yönlerini kısıtlayan çabalarda bulunmaktadır. Ekonomi dünyasında küçük ve büyük ölçekte rekabeti dengeleyen ve piyasaları düzenleyen rekabet kurumundan, imf’ye, dünya bankasına birçok kurum kurulmuştur. Ancak sistemin özü bu zararlı sonuçları doğururken buna karşı verilecek mücadele iyileştirmeler sağlasa da kesin sonuçlar alamaz.

Genel olarak ve daha çok bu kısımda bahsettiğim burjuvalar arasında yaşanan rekabete tekrar dönersek, rekabet olgusunun yarattığı birçok zararın yanında, olumlu yönleri çok öndedir. Rekabet ilk olarak muazzam bir denetleme aracıdır. Alıcılar ağının son kullanıcısın etkilenmeye açık nihai olan değerlendirmesinden önce ilk üretici ile son alıcı arasında ürün veya hizmet bir çok aracıdan geçer ve bu aşamalarda yapılan değerlendirmeler uzmanlaşmış ve nesneldir. Bunların dışında bir çok sektörde ürünler standartlaştırılmış testlere sokulur ve kıyaslanırlar. Bu yönüyle ürünün niteliğinin belirlenmesinde rekabet gelişmiş haliyle veri sağlar. Bu durumun kötüye kullanımı yok mudur, elbette vardır. Kendi çalıştığım sektörden örnek vermem gerekirse otomobillerde hava yastıkları belirli şartları sağlamak zorundadır ve bunu standartlaştırılmış testler de göstereceği performans ile sağlarlar. Parçanın sağlaması gereken hedefler önceki kazalarının sonuçlarından, deneyimlerden elde edilmiş zaten ulaşılması gereken şartlar olsa da amaç unutulmakta ve hedef güvenliği nasıl sağlarımdan, testi nasıl geçerime dönmektedir. Üretim sektöründe toplam kalite, six sigma gibi kalite uygulamalarını gerçekten uygulanması gereken sistemler olarak değil de sertifikasını alıp, gereklilikten kurtulmak olarak gören bir çok üreticinin durumu da buna örnek verilebilir.

Rekabet ikinci olumlu yanı, paralel mücadeleci bir çalışma ortamı yaratması sonucu bir sorunun çözümünde farklı yöntemler üretmesi ve bu yöntemlerin paylaşımıdır. Bu faydada işlemeyen yan patent yasalarıyla koruma altına alınmış ürünler, iş hukuku yasaları, gizi şirket veri, belgeleri gibi hukuken koruma altına alınmış verilerdir (bu önlemler bir açıdan gereklidir çünkü rekabet savaşının ölümüne olduğu ve rekabet eden kurumların farklı güçleri göz önüne alınınca, tüm bu önlemleri “belli bir seviyeye kadar”, “ bu sisteme ait koşullarda” zorunluluğu anlaşılabilir ). Bütün bu sayılanlar bu faydadan yararlanmayı düşürse de gene de şirketler birbirinin ne yaptığından haberdardır. Rakip firmaların çalışmaları anında olması bile az bir süre sonra detaylarıyla bilinir. Patent hakları bir şekilde aşılır. Aşılmıyorsa da patentli ürün mucitlerin ilham almaları ve aşmaları için kendilerine sunulan bir örnek olur.

Rekabet son olarak ta ayrımı belirtir gibi görünse de aslında birleşimi en iyiye doğru eş çalışmayı ifade eder. Bu önceki iki maddenin doğal sonucudur, eş çalışan ve karşılıklı kıyaslamaya maruz kalan şirketler en iyide tekleşmeye giderler. Rekabet halinde bir sektör sanki tek bir büyük firmanın aynı talebe yönelik değişik ürünler üreten departmanları gibidir. Ortak pazara çalışan, eş zamanlı talep araştırmaları yürüten, organizasyon şekilleri, iş bölümü sistemleri açısından ortak havuzdan beslenen firmalar ve bunlar benzer şeyler arasında en iyisini bulmaya yarayan deneyler gibi varlık gösterirler. Birinin en iyi olduğu kesinleştiğinde diğerleri ya o firmanın yöntemlerini kullanmaya başlarlar ya da en iyi olanın üstüne çıkmaya yarayacak yolların peşine düşerek gelişime katkı sağlarlar. Globalleşme ile pazarların, çalışmaların ortaklaşması bu durumu bütün şirketler için zorunlu kılar. Önceki madde de belirttiğim gibi bulunan çözümler, yapılan araştırmalar ne kadar saklansa da bilinir ve ortaklaşır. Kıyaslamanın sonucu olarak da en iyi, uygun olanı yaratma amacı bire götürür. Firmalar istemeden de olsa ortak çalışarak en iyi bire ulaşma da mücadele etmek zorundadır. Bu olumlu yanı bozabilecek tekel olgusudur. Tekel durumunda olumlu görünüş kaybolur. Kapitalizm tekel oluşumuna yol açan bir sistemdir. Tekel isminden gelen bir tekliği ifade etse de bu ille de tek firma olmak durumunda değildir. Bir sektörde tek bir elmişçesine hareket eden firmalar da bir tekel ağıdır ve günümüzde rekabet varmışçasına görünen bir çok sektör için durum böyledir.  

Şu ana kadar üst yapısal anlamda rekabet olgusunu açıklamaya çalıştım. Üst yapısal olarak ele alındığında rekabet temelde firmalar, düzenleyici kurumlar ve burjuvaların alanındadır. Emekçi kesim bu alanda yaşanan rekabetten ürününün kalitesi ve değeri açısından, emeğini kiralarken alacağı ücret açısından etkilenir. Grevlerle, boykotlarla ve alıcı olması sebebiyle de doğal olarak bu rekabete etki eder. Ancak rekabete güncel şeklini kazandıran bu düzenin belirleyicileri burjuvalardır. Tekil olarak burjuvalar açısından baktığımızda rekabet ölümcüldür. Kapitalizmin sonunun rekabet yüzünden geleceğini ekonomi biliminin başlangıcı olarak kabul edilen Adam Smith söyler. Hepsi bir yana karı maksimize etme amaçlı bir sistemde karı azaltan bir mekanizma nasıl kendine yer bulur? Bunu kapitalistlerin içinde ki ayrımda bulabiliriz. Kapitalistler ortak çıkarları doğrultusunda yüksek birleşme kabiliyetleriyle beraber içlerinde ayrıksı bir çoklukturlar. Kendi aralarında, özellikle küçüklerin büyüklerine karşı korunmasında rekabet kavramı önemlidir. Bu kavram hem sistemin bolluğu dağıttığı kesimin çok küçülmesini önler, bu şekilde kitlesel olarak burjuva kesimi daraltmazken aynı zaman da yeni girişimciler için umut kaynağı olur. Bunlar da kabul edileceği gibi sistemin devamlılığı açısından faydalıdır. Bu şekilde burjuvalar açısından olumlu yönler de barındıran rekabet bir de ölümcül etkileri burjuva sendikaları ve benzer yöntemlerle yılanın zehri alınınca sorun oluşturmaması gibi, rekabette sistem de yerini alır.

Rekabeti oluşturan maddi koşullar üzerinden, onun olumlu ve olumsuz yönlerinin incelenmesi onun uygun haliyle nasıl işlemesi gerektiğini verir. Rekabet insan doğasından gelen bir olgudur. Rekabet öz itibariyle kapitalizmin bir kavramı değildir ancak var olan haliyle kapitalizm tarafından şekillendirilmiştir. Ulaşım ve iletişimde yaşanan devrimler kapitalizmi olanaklı kılarken aynı gelişimler rekabetin günümüzdeki halini koşullandırır. Kapitalistler açısından rekabet zararlı, yok edici sonuçlar doğurabilir ancak rekabetin olmadığı bir düzenin ayakta durma olasılığı yoktur. Bu sebepten kapitalizm özünün aksine rekabet mekanizmasını korumaya çalışmaktadır ve korumalıdır da çünkü ilerleme ve düzen açısından önemli bir momenttir.

Çalışanlar arasında durum farklı nitelikler barındırır. Kaderi toplumsallaşmak olan insan da rekabet gittikçe iş bölümü içinde eriyen hale gelmiştir. Bu ilerleyiş onu olumlu haline evrilten yöndedir. Bireyler için rekabet elbette ki şirketler için olduğundan farklıdır. Bireyler meta, artı değer üretirler, bir diğer deyişle bireyler şirketler için metalar üretirler. Ancak şirketlerde karmaşık, ileri metalardır. Yaratılırlar, değerleri arttırılır. Var olan halleriyle üretim araçlarıdır ve bir meta gibi, daha benzeşen deyimle makine gibi de satılabilirler (insanlarda bir dönem alınıp, satılmıştır,  bu insanın bir üretim aleti konumuna indirgenmesi olarak düşünülebilir). Şirketler üretim ve tüketim(kendilerinin alınıp, satılması) içinde (ki her üretim tüketimi barındırır) ticari bir rekabet halindedir, insanların rekabeti ise sadece üretim, tüketim içinde değerlendirilemez. Günlük hayatta insanlar birbirleriyle bir çok konuda rekabet halindedir, eşleşeceği eşinden, zenginliğinden, statüden bir çok konuya dair kendimizi başkalarıyla kıyaslayabilir, onlardan iyi bir duruma geçmek için rekabet ederiz. Bu rekabet çağlara ve bir çok etmene göre farklılıklar gösterir. Lonca teşkilatları, kast sistemi, şükretme kavramları gibi bir çok kavram tarihte ve günümüzde rekabet olgusuna etkide bulunmuştur. Konumuzda ise asıl incelediğimiz insanların üretim esnasından yaşadıkları rekabettir. Bu ayrım tamamen yapılamaz belki ama konumuzda ilerlememiz için lazımdır.

Yaşadığımız çağda üretimde insanı ele almak iş bölümü içinde değerlendirilmeden yapılamaz. Bu sebeple iş bölümü hakkında kısa bir açıklama yapmak gerekir. Bir kavramın ya da bir olgunun tamamen bir döneme sınırlı olması ve o döneme tamamıyla etkide bulunması olanaksızdır, ancak biz anlatışı kolaylaştırmak ve anlayışa açıklık kazandırmak amacıyla belirli soyutlamalar gitmek zorundayız. Feodalizmden kapitalizme geçişte bireysel olarak çalışan insanlar bir anda kolektif olarak çalışmaya başlamamıştır. Feodalizm de iş bölümü kapitalizm’e göre azdır ancak ustanın altında çalışan kalfasıyla da bir bölümü vardır ve ustanın üreteceği ürün için gereken hammaddeyi üreten ve kendisine ulaştırılmasını sağlayanlarla da bir iş bölümü vardır, aynı şekilde ustanın eğer ürününü kendisi satmıyorsa onu satacak olan tüccarla da arasında bir iş bölümü vardır. İş bölümünü bir atölye içinde çalışan ve bir ürünün üretimini aralarında parçalara bölmüş grubun eylemi olarak görmek onun çok dar bir kısmını kavrayabilmektir. İş bölümü geniş perspektifte bütün insanlıktadır. Feodalizmden kapitalizme geçişte kolektif üretimin giderek artması gözlemlenir. Beraberinde bireysel üretim ve geniş ama yüzeysel bilgi önemini kaybederken, kolektif üretim ve uzmanlaşmış emeğin değer kazanması ortaya çıkar.

Şirketler arası rekabetin toplum için faydalı olabilecek birçok özelliğini gördük. Bireyler için durum nasıldır. Bir şirket için amaçları üretimi arttırmak, karlı üretim sağlamak, aslen satmak, temelde ise kapitali arttırmak olarak belirtebiliriz. Peki, bireyin iş hayatında beklentileri nedir. Geçimini sağlayacak ücreti mi kazanmak, yani gittikçe daha çok kazanmak veya insanların saygısına ulaşabileceği bir konuma ulaşmak, ya da üretmenin, oluşturmanın vereceği hazzı tatmak. İlki hayatta kalmak, ikincisi diğer bireylere karşı insanlaşan, üçüncüsü de doğaya karşı insanlaşan bireyin beklentileridir ve her üçü de üretimde rol alır. Paranın bireye kattıklarını hepimizin bildiği çağımızda ilk konu için yaşanacak rekabetin son derece ateşli olması normaldir. Birey aktif üretime gelinceye kadar uzun bir süre eğitim alır. Bu eğitimin büyük kısmı insanlık kültürüne adaptasyon ve kültürün özümsenmesi amaçlıdır. Temel doğa bilimleri, felsefe, mantık ve sanat dersleri bu kapsamda değerlendirilir. Günümüz insanı çevresini ve doğayı anlamaya yetenekli, hurafelerle değil, bilimsel verilerle evreni anlayan bir kültüre ulaşmıştır. Toplumumuzun yeni bireylerini bu kültüre taşıma olayı ilk-orta ve lise öğrenimiyle gerçekleşir. Mesleki eğitim ise süre olarak diğerine göre oldukça kısa olarak bu amaçlı lise, asıl amacı olmasa da üniversite ve yeni başlanılan işle ve çalışmaya devam ettikçe öğrenilir. İlk başlanacak işte gelirinizi belirleyen önemli bir faktör eğitim kariyerinizdir. Bunun dışında eğitim hayatı dışında yaptıklarınız, en önemli! Nokta da bunları ne kadar pazarladığınızdır!

Kapitalizmin eteğinde şekillenen hayat anlayışı, tüketim üzerine kurulu bir düzen ve tüketimin olanağı para. “ Hepimiz para için çalışıyoruz” meşru bir sloganken ve işi de belirleyen büyük oranda eğitim kariyeriyse, idealist anlamda eğitim, düzenin meşrulaştırdığı ve istediği eğitime karşı ne kadar pay alabilir. Bireyler finans, işletme, mühendislik gibi kimi alanlarda uzmanlaşırken onların “kültürel insan” olmak için gerekli ama yapacakları işler için gereksiz bilgileri öğrenmesine gerek var mıdır? Bunun, o bireylerin maaşını verecek burjuva için gerekli olacağını sanmıyorum, devlet için ise gereksiz olmasının yanında zararlıdır da çünkü gözü açılmış bireyler sorgulayacaklardır. Eğitim sistemi bu amaçla “ gerekli olanı”, yani huzuru bozmayacak “iyi bir vatandaş” ve ileride kendisinden beklenen işi yapabilmesini sağlayacak olanı vermekle yetinir. Kimi okullarda sınırlı sayıdaki, ileri de yetki sahibi olacak teorisyenini yetiştirmek dışında diğer çoğu eğitim kurumu böyle işler. Zaten bu düzeni işletmek ve düzene adapte olmuş insanları idare etmek için kaç aydına gerek vardır ki! Kısacası antik yunanda başlayan insanı, insanlığı ve evreni sadece bilmek için sorgulayan, bunu sistematik bir şekilde yapan ve gerçek anlamda bilim, eğitim sistemimizin amacı değildir. Zaten eğitim sistemimizin temeli olan pozitivizm kurucusu August Kont, amaç bilmek değil faydalı olanı elde etmektir derken bu konuyu çok da uzatmanın manası yok. Aynı konuları aynı şekilde tekrar ve tekrar farklı sınıflarda işleten, niye bu keşiflere ihtiyaç duyulduğunun, bulununca ne olduğunu öğretmeyen ya da bilimin bir ip gibi birbirini takip eden bir yol olduğunu göstermeyen, özü bilmeden sınırlandırılmış koşulların ekstrem örneklerini çözdüren eğitim sisteminin sakatlığını ve nasıl daha iyi olabileceği konusunda başka bir yazıda ele almak isterim. Son olarak bir somut örnek vermek gerekirse, okulumda mühendislik eğitimi daha iyi olmalı, kontenjanlar azalmalı, zaten şu an da çoklar derken, kontenjanların daha da artması yöneticilerin salak olmasıyla değil, kaliteli mühendisten çok ucuz mühendise olan talebin daha çok olmasıyla ilgilidir. Amaç iyi eğitim değil sadece ve sadece piyasanın taleplerinin karşılanmasıdır.

Eğitim hayatında olan genç bir bireyin ileride iş başvurumda işe yarar diye düşünerek hayatını tamamen böyle planladığını söylemek abartmak olur. Ancak sırf işe yarar diye kimsenin ilgilenmediği saçma bir spora başlayıp da milli sporcu olmak ve bunu kullanmak (kafası böyle çalışanlara önerilir) gördüğüm bir şeydir. Ne işine yarayacağını bilmediğin seminerlere gitmek, gittiğin semineri dinlememek ve amacının sırf sertifika almak olması, ya da sosyal görünmek için kulüplere katılmak, sana uygun olan değil ama ileride işe girerken işine yarayacak stajlar yapmak, hepsi düzenin sakatlığından doğan olaylardır. Bireyler kendini tanıyacağı işlerden çok aklında geleceğe yönelik puan toplama amacıyla yaşıyor ki aslında bunun da iyi bir yanı var, en az gelecek kaygısı tembelleri harekete geçiriyor ve amaç olmadığı halde bir şekilde kendilerini tanımalarına yardım ediyor.

İş hayatına başladıktan sonra rekabet artık yükselmek içindir. Gün içinde tamamlanması gereken bir sürü sorumluluğa rağmen, yükselme planları çalışanların aklında genelde bulunur. İlk olarak yükselme hırsı işlerin doğru yapılmasının öneminden çok işlerin doğru pazarlanmasının önemini ortaya çıkarır. Olmayan şeyi varmış gibi göstermek ise iki kez israftan başka bir şey değildir. İki kez israf, çünkü bir kere var değil, ikinci olarak da var olmayanı var gibi gösterebilmek için emek harcanıyor. İkinci olarak yükselmenin bireyin kendini geliştirmesinden çok grup içinde değerlendirilmesiyle saptanması, takım çalışmasına zarar verebilir. Rekabet, bir kazananın ve kaybedenin olacağı süreçte, huzursuz, çalışma motivasyonunu azaltacak bir çalışma ortamına, kolektif çalışmanın getireceği artı değeri bir diğer deyişle iş bölümünü baltalamaya ve çalışanların birbirlerinin tecrübelerinden faydalanmalarını engellemeye yol açabilir. Üçüncü olarak bu durumun herkes için vakit kaybına yol açtığını görürüz. İşine ayırması gerektiği emeğini, entrikalar yapmaya, iyi niyetli biri için bile işle alakası olmayan durumlara karşı kendisini savunmaya harcamak zorunda kalır. Son olarak böyle bir güvensiz ortamda herkes kabuğuna çekilir. Bilgilerini kendine saklayanlar,  eksikliklerini de kendilerine saklarlar. Bu hem kendilerine, açıklarını kapatabilmek için yardım alamazlar; hem işlerine, iş yavaş yürü ve kolektif çalışmanın artı değeri katlayan büyüsü kaybolur; hem de benzer sebeplerle diğer çalışanlar açısından zararlı olur. Birlikte üreten insanlar kendilerini kör ve sağırmış gibi çalıştıkları bir ortamda bulurlar.

Bireylerin bu şekilde bir rekabetin içinde olduğu sisteme göre, kolektif çalışma ortamı hem bireylerin kendisi hem de toplam üretilen artı değer bakımından işin kendisi için faydalıdır. Tek tek bireylerin kendi egolarından vazgeçerek ama insan olmanın egosunu yaşayarak, uyum içinde oluşturdukları grup, niteliksel birleşmenin getirdiği geniş bakış açısına ulaşır. Grup her bir parçasının alçak gönüllükle paylaştığı durumunu, zayıf ve kuvvetli yönlerinin bilgisiyle, sürece hâkimiyetini, limitlerini, hedeflerini sağlıklı şekilde belirler. Eksiklikler açığa dökülür ve bireylerin zaafları yardımlaşma ile çözülür. Eksiklerini saklayan birey bu eksiklerini kendi başına çözebilmek için ekstra zaman kaybedebilecekken grubun yardımıyla sorunu çözebilir ve bir sonraki sefere kendisi yapabilecek duruma gelebilir. Kendiyle barışık, bilgisinde eksiklikler olmasının bir kusur olmadığını bilen bireyler, dürüstçe bunu ifade ederek iş bölümünde kendilerine uygun olan konuma yerleştirilirler. Bu hem kendi gelişimleri hem de iş bölümü için faydalı olandır. Her şeyin açık olduğu ortam, iş yapma potansiyelinin ve bilinçli çalışma durumunun olanağıdır. Olması gereken potansiyelleri açıkça ortaya konmuş bireylerin bir takım bütünlüğü içinde kendilerini kat ve kat aşacağı ortamı yaratmaktır. Bu durumun sağlanmasının hem iş hem de birey açısından ne kadar faydalı olduğu açıktır. Birey için sağlıklı bir iş ortamı, kendini geliştirme olanağı, başkalarına yardım etmenin sağlayacağı haz, hak ettiği pozisyona sahip olarak ne gereğinden fazla zorlanarak birçok açıdan zarar görür ne de kendisi için basit gelebilecek bir işte tembelliğe alışır (insan kaynağı yönetimi açısından doğru olan budur). Birey bu durumda çalışma etkinliğinin yapılma amacına odaklanır ve insanca çalışmanın ve üretmenin keyfine varır.

Bireyler arası iş bölümünü incelediğimizde karşımıza çıkan bir diğer olgu da hiyerarşidir. Çalışan herkes işinde yükselmek ister, bunu sırf maddi getiri için değil hatta bir süre sonra daha çok manevi hazzı için isterler. Yabancılaşmış rekabetin bulaştığı bu alan da birçok yanlışlığı getirir. Yükselmenin doğal bir süreç olması gerektiği noktada, yükselecek seviyeye gelen birey manevi ve maddi ödüllendirme olarak bunu hak eder, önce içerik gerçekleşir ve sonra onu görüntü takip eder. Oysa iş dünyasında durum tersine dönüştür. Salt olarak bireyin kendini geliştirmesi ve karşılığını alması beklenmez, onun yerine yükselmek için gerekli şartların peşinde koşulur yani asıl olan araç haline dönüşür ve görüntü amaç, bilgi ve donanım araç haline gelir. Bu şekilde yükselmek çabasında ilk olarak tıpkı önceki durumun anlatımında olduğu gibi var olduğundan iyi görünme, takım arkadaşlarının önüne bilgiyle değil ama bir şekilde öne geçme, üstlere yaranma, kişiliğini kenara tarak görüntü için kendinden taviz verme ve benzeri birçok şey karışır. İkinci olarak bu şekilde elde edilen bir statü, elde edilmiş olsa bile saygınlığı tartışmalıdır. Bu konumu korumak artık bireye duyulan saygıyla değil, bireyin yarattığı korkuyla sağlanabilir. Bu durum yükselen bireyin kişiliğine de zararlıdır, onu yalnızlığa itebilir, sinirli, aksi biri yapabilir. En basitinden ise çalışanlarından uzaklaşır. Bilgi paylaşımında ve işlerin seyrinde böyle önemli bir konum, kapalı bir hale gelerek çalışanlar arası sürece ve işin geneline zarar verir. Son olarak yükselme hırsı ve statü arayışı gereksiz bürokratikleşmeyi de beraberinde getirir, gereksizce yapılan dikey örgütlenme iş bölümünde kopukluk meydana getirebilir. Bireylerin iş yapmanın sosyal anlamı, hazzı ve işi arttıran gücünden uzaklaşmasına sebep olur. Anlaşılacağı gibi yaratılan bu ortamın sonuçları hem birey hem de iş yeri için zararlıdır.

İş ve üretim özünde bireyin kendini gerçekleştirdiği alandır. Doğayla etkileşime giren birey doğaya kendi yetkinliği derecesinde dönüştürme eylemini gerçekleştirerek ürünü yaratır ve ona kendi damgasını vurur. İlkel üreticilik en geçmişinden alındığında ihtiyaçları karşılamak amacıyla yapılmış, beslenme, barınma gibi en temel ihtiyaçları bireysel olarak sağlayabilme şeklindedir. Doğa ile oluşan bu etkileşimde bir artı değerden bahsedilebilirse bu ancak hayatta kalmayı bir gün daha sağlamış bireyin gelişimidir, artık yaşlanması gelişiminin önüne geçen bir birey için ise artık son yaklaşmaktadır.

Doğaya karşı mücadelesinde iş bölümü insanın keşfettiği en önemli sistemdir. Karl Marks kapitalizmi incelerken üretim ilişkileri ve üretim sistemi arasındaki çelişkiye dikkat çeker. Günümüzde üretim ilişkileri açısından her birey üretim de yer almakta, bütün insanlık olarak çalışarak üretmekteyiz, ancak üretim sistemi herkesin çabasıyla üretilen toplam ürünü herkese hakça dağıtmamakta adil olmayan paylaşım sağlamaktadır. Üretim ilişkileri üretim sistemi arasındaki bu eşitsizlik Marks’a göre devrime yol açacak ve üretim sisteminin önüne geçmiş olan üretim ilişkileri, üretim sistemini yıkarak, kendi gelişmişliğinin karşılığı olan üretim sistemini kuracaktır. Üretim ilişkileri işe günümüzdeki yoğun iş bölümü içerisinde çalışanların ilişkileridir.

Üretimin artması, beraberinde ticaretin gelişmesi ve gittikçe günümüzün modern üretim sistemine evrilen sistem en başından beri iş bölümüyle başlamıştır. Üretimde kullanılan aletlerin üretimi, üretimde yer alan bireylerin ortak çalışması, en geriye gidildiğinde tek bir insan için bile beden ile zihinin uyumu bir iş bölümüdür. Bu niceliksel değil niteliksel bir etkidir çünkü toplam üretim birey başına artmıştır. İş bölümünün işi karmaşıklaştıran her gelişimi üretimi muazzam arttırırken tek bireyin üretime damga vurma eş deyişle aitlik hissini düşürmektedir. Bunun bir nedeni iş bölümünün niceliksel değil niteliksel bir kavram olması, nitelik olarak iş yapabilme kapasitesini arttırması böylece üretimde çok daha karmaşık ve kapsamlı ürünler elde edilebilmesidir.

İş bölümünün niteliksel olması işin parçalanması anlamına gelir. İşin her parçası ise bütünün anlamlı bir kısmını oluşturarak tümseldir. Ancak bu parçayı yerine getiren işçi için işini tüme bağlayan ağları görebilmek olanaklı olmayabilir. İş bölümünün ve eş deyişle ürünün karmaşıklaşması işçi için parçası olduğu bütüne yabancılaşmasını doğurur. Durum iki kere tekrarlanır altta ürünün bütününe, üstte ise üretimi birlikte yaptığı çalışanlarına ve şirkete yabancılaşır.

Üretimimizin amacı en temel ihtiyaç olan hayatta kalmaktan başlayarak ihtiyaçları karşılamaktır. Doğada avlanan insanlardan günümüzün emeğine yabancılaşmış insanlarına üretimin amacı değişmemiştir. İhtiyaçlar farklılaşmış olsa bile bütün ihtiyaçlar rasyoneldir. Rasyonel olmayan bir ihtiyaç yanılsaması var olsa ve bunun için bir üretim yapılsa dahi bu kısa sürede terk edilir ve tarihsel olarak bir anlam ifade etmez. Eğer ihtiyaçları olan ve bunları gidermek için çalışmak bir parçamızsa, hatta hayatımız ürün vermek ve çalışmaktan oluşuyor ve insan pratik etkinliğinin sonucu insan olabiliyorsa, onun bu en doğal eylemini yaparken beklentileri ne olabilir. Bu soruya ihtiyaç karşılanması ve insan üretimine özgü olan artı değerin oluşması çünkü üretim sadece anlık ihtiyacı karşılamaz, geleceğe yönelikte birikim sağlar. Bu yüzlerce avlanmada işe yarayacak mızrağı yapan insan için de, ileride birçok problemin çözümünde kullanılacak denklemi bulan matematikçi içinde ve geleceğe yönelik kullanacağı maaşını alan emekçi içinde böyledir. İkinci olarak yaptığın işin karşılığı olarak kazandığın statü veya konum denebilir. Üçüncü olarak yapılan işin nitelikli olması ve işin üstesinden gelmenin verdiği haz ve son olarak yaptığın işte kendini rahat hissetmek, yorulsan bile onu başarabileceğine olan inancındır. Bu dört faktör tarihsel olarak birbirleriyle önem olarak yer değiştirerek üretim tarihimiz boyunca yer almışlardır. Bohem hayat yaşayan sanatçı için sanatının nitelikli olması en önemli faktör olabilir, statünün profesörlüğün, mühendisliğin, doktor olmanın işin en önemli getirisi olduğu dönemler olmuştur.

Kapitalizm bu dört unsur arasında insanca dengeyi sağlayamaz. Onun için statü bir anlam ifade etmez çünkü bilgi ya da bilgin satın alınabilir, kullanılabilir bir olgudur. Sistem her tarafında organik aydınlarını kolayca oluşturabilirken, aydınlara saygı beslemez. İşin nitelikli olması ona büyük değer kazandırmaz çünkü kapitalist sistem tüketim üzerine kuruludur, o nitelikli işi niteliksizlerle birlikte hemen tüketir. Onda büyük başarılara sabır değil, tüketim toplumunun hızı vardır. Yapabileceğine inandığın ve rahat hissettiğin işine gelince bu bir hayaldir. Bu kadar bireyselci ve rekabetin modern silahlarıyla diğer insanlara karşı savaş içinde olduğun bu toplumda senin anlayabildiğin durmadan körce ileri atılmaktır. Bütün bu kaybettiklerin karşılığında geriye kalan tek şey maaşındır. O ise asla ve asla hak ettiğini alamadığın, artı değerinin içinden çalındığı maaşındır. Onlarsız olursa çok şey kaybedeceğini sandığın bu maaş ve bu sistem senin insan olmak yolunda önünü kesen ve bu yazı boyunca belirttiğim durumlara yol açan engeldir.

5 yorum:

  1. BU SÖZ BENCE MUHTEŞEMDİR SÖZÜ SÖYLEYENE DEĞİL SÖYLETENE BAK.YUNUS DEMİŞ Kİ İLM.İLM BİLMEKTİR İLM KENDİN BİLMEKTİR SEN KENDİNİ BİMEZSEN BU NİCE OKUMAKTIR.HERKESE SELAM VE SAYGILAR.

    YanıtlaSil
  2. Gerçekten çok güzel bir metin

    YanıtlaSil
  3. O Söz de çelişki var. Zaten kaynaksızlarda geçer Ona atfen söylenmiş . Cehaleti güzelleme bir sözdür bence içinde yalanıda barındırır tenbelliğide içerir yolda giden birisi ulan nasıl olsa hiç bir şey bilmiyoruza çıkacak bu işin sonu bana ne der birakabilir. Bu söze ters sözleri vardır Sokratın. https://tr.wikiquote.org/wiki/Sokrates

    "Sadece bir iyi vardır, bilgi; ve sadece bir kötü vardır, cehalet."Hayvanları yeme arzumuzu sürdürdükçe; mutluluğu elde etmek, dolayısıyla da adil bir toplum yaratmak için gereken şartları sağlamak nasıl mümkün olacak? Tek iyilik bilgi, tek kötülük cehalettir. Sokrates

    Daha yüzlerde söz bilen nasıl bu sözleri varken bir şey bilmediğini iddia edebilir biliyor işte ki söylemiş . Bu herkes tarafından havada kapıldı ..
    Bence bu söz ona ait değil. KAYNAKSIZDIR.
    Osözü değil şu sözü söylemiş ...Tek iyilik bilgi, tek kötülük cehalettir. Sokrates

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Güzel katkınız için teşekkür ederim. Bağlamında güzel bir söz, Socrates dememiş olsa bile.

      Sil
  4. Merkur Progress Long Handle Barber Pole Safety Razor, Merkur
    Merkur Progress Long Handle Barber Pole Safety Razor, Merkur - Gold plated, chrome-plated. The 메리트카지노 Merkur Progress 샌즈카지노 Double Edge Razor has 온라인카지노 a chrome plated finish.

    YanıtlaSil