Sayfalar

1 Eylül 2011 Perşembe

Olanaksız Bir Ütopya


Hermogenes ― Günaydın Kallikles. Nerden bu geliş böyle, Bostancı’dan mı?
Kallikles ― Evet Hermogenes, caddeden yürüyüp buraya geldim. Khalkedonu görmediğim günler benim için geçmiyor ama bugün daha da farklı. Gene aynı kafeye oturmuşsunuz, sıkılmadınız mı şu Rex’den.
Hermogenes ― Bugün daha farklı diyorsun, bugünün diğerlerinden farkı nedir Kallikles.
Kallikles ― Anlatsam inanır mısın bilmiyorum. Her ne kadar bir rüya, rüya ama her şey o kadar gerçekti ki, sabah uyandığımda hatırladığım bilgiler o kadar doğru ki rüya demeye dilim varmıyor. Çok farklı bir yerdeydim. Asıl ilginci orada Sokrates’de vardı. Yol boyunca bu rüyayı düşündüm. Size hepsini anlatabilmek için de unutmamaya çalıştım.
Hermogenes ― O zaman ne duruyorsun Kallikles, başla hemen anlatmaya.
Kallikles ― İlk gördüğüm uçsuz bucaksız bir alan ve bir sürü farklı insandı. Bu kadar farklı insanın aynı yerde bulunabilmelerini anlamak bile zordu; mağara adamından, filozofa, çobandan, antik çağ armatörüne ve daha nice çeşit insana kadar oldukça olağan dışı bir gruptular. O insanların aralarından geçerken, onların pek de huzurlu olmadıklarını hissediyordum. Bakışları arada bana dönse de, bu bakışlarda ilgisizlik ve boş vermişlik göze çapıyordu. Sanki onların bu mutsuz dinginliğini hiçbir şey bozamaz gibiydi. Onların arasında yürümeye devam ederken hararetli bir tartışmanın seslerini duydum. İlk izlenimlerinden sonra böyle bir olaya burada tanıklık etmem benim için şaşırtıcıydı. Ancak bu tartışanlardan birinin Sokrates olması durumu normal karşılamama yetti. Sokrates iki kişiyle beraber sohbet etmekteydi, onlardan bir tanesi ilginç bir şekilde suyun üzerinde duruyor, bu haliyle caka satıyor izlenimi yaratıyordu, gene de sokratesin konuşmasıyla onu ikna ettiği belli oluyordu. Diğeri ise saçı sakalı birbirine karışmış yaşlı görünen bir adamdı. Onlara yaklaşırken konuşmalarını duymaya başladım.
“ Durumları gerçekten üzücü. Bu kadar nitelikli işçilerin karın tokluğuna böyle uzun saatler çalıştığı vahşi kapitalizm dönemlerinde bile görülmedi. Hiçbir sosyal güvenceleri yok, emeklilikleri bile. Tek tekel şirket altında çalışmaya mecburlar. Müşteri portföyünü beğenmeyenler, patrona karşı çıkıp kendi işini kurmaya çalışanlar en ağır şekilde cezalandırılıyor, adları iblise, şeytana çıkıyor. Sendika lazım, sınıfın partisi lazım, kainatın kanatlıları birleşin. ”



Sokrates sakallı adamı içten bir şekilde dinlerken beni fark etti. Başta yüzünü bir üzüntü kapladı ancak ölmediğimi ki ben en azından öyle farz ediyordum, öğrenince oldukça rahatladı. Atina ve dostlar hakkında birçok soru sorup bilgi edindikten sonra soru sorma sırası bana geldi.
Kallikles ― Ey Sokrates seni bir daha göreceğimi ummazdım ama bu ihtimal gerçekleşecekse de ancak böyle ilginç bir yerde olabilirdi. Birbirinden bu kadar farklı insanın bulunduğu bu yerde neresidir.
Sokrates ― Burası için cennet diyorlar.
Kallikles ― Cennet burası mı yani, eğer tanrıların evinin güzelliğinden bahsederek bizi kandıran bütün şairleri dava etmek gerek. Burası hiçte onların anlattığı gibi tanrıların yaşacağı bir yere benzemiyor. Hem diyorlar da ne demek, sen kabul etmiyor musun bunu.
Sokrates ― Benim için cennet burası değildir.
Kallikles ― Senin için cennet nedir o zaman.
Sokrates ― Cennetin ne olduğunu kim bilebilir. Ancak istersen onun nasıl bir yer olması gerektiğini birlikte araştırabiliriz.
Kallikles ― Bu çok uygun olurdu Sokrates, seni takip etmeye hazırım.
Sokrates ― İlk olarak her şeyin iyiliğe yönelmediği, kötü huy, davranış hatta düşüncelerin olduğu bir yer cennet olarak kabul edilebilir mi.
Kallikles ― Böyle bir yere cennet denilebileceğini sanmıyorum.
Sokrates ― Bilginin sınırlı olduğu, insanların hala gerçeğin bilgisine sahip olmadığı bir yer cennet olabilir mi.
Kallikles ― Bunun için de cevabım kuşkusuz hayır.
Sokrates ― Eşitliğin olmadığı, insanların birbirinden farklı farklı üstünlük ve zaaflara sahip olduğu bir yer cennet olarak düşünülebilir mi.
Kallikles ― Bu konuda çok emin değilim Sokrates, herkesin aynı olması gerektiğini mi söylüyorsun.
Sokrates ― Madem bundan emin olamadın konuşmaya buradan başlayalım, ancak başlamadan önce istersen cenneti nasıl tanımladığımızı bir daha tekrarlayalım. Mutlak bilgi ve eşitliğin olduğu, her şeyin iyiliğe yöneldiği yer için cennet diyebiliriz, bunlara eklemek istediğin bir şey var mı.
Kallikles ― Şimdilik yok.
Sokrates ― O zaman eşitlikten başlayalım. Öncelikle bu konudan konuşacaksak kavramımızı netleştirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Eşitliğin çeşitleri fiziksel, tinsel(zihinsel, manevi, maddi olmayan), deneyimsel ve bilgisel olabilir. Bir sınıflandırmada mutlak eşitlik ve olanakların eşitliği olarak yapılabilir. Bizim eşitliğimiz bunlardan hangisi olmalıdır.
Kallikles ― Seni takip etmeye çalışıyorum.
Sokrates ― Eğer cennet gibi bir yerin varsayımını yapıyorsak elbette ki mutlak eşitlik olmalıdır. Sonsuz zamanın söz konusu olduğu bir yerde olanakların bir anlamı yoktur, çünkü olanak ancak bir potansiyel olarak vardır ve sonsuz bir zamanda oblomovca bir hale düşmedikçe tüketilmesiyle potansiyeli olduğu şeyi ortaya koyar. Eşitliğin çeşitlerine geldiğimizde ise insanların fiziksel, tinsel, deneyim ve bilgi olarak eşit olduğu bir ortamda, onlardan birinin diğerlerinden ayırt edilmesini sağlayacak, o kişinin bireyselliğini sağlayacak olan nedir. Bu saydıklarımızdan başka bir şey bunu sağlasa bile bu şeyinde bir en iyisinin olacağı ve bu en iyisinde herkesin eşit olacağı söylenemez mi.
Kallikles ― Eğer bir eşitlikten bahsediliyorsa elbette söylenir ve bu eşitlik dediğin gibi en iyi de olmalıdır. Yanlış anlıyorsam beni düzelt Sokrates, farklılıklar varken, bir en yüksek iyide eşitliğin olamayacağını mı söylüyorsun.
Sokrates ― Evet Kallikles, bu farklılıklar zaten bizi biz yapan ve eğer varsaydığımız yer varolacaksa orda bulunmamızın sebebi olan şeylerdir. Bunu daha iyi açımlamak için insanların farklılıklarını fiziksel ve tinsel olarak ikiye ayırarak ele almamız faydalı olabilir.
Kallikles ― Seni dinliyorum.
Sokrates ― Öncelikle insanın fiziksel varlığından başlayabiliriz. Sahip olduğumuz bedeni, kişiliğimizin bir parçası olarak düşünebilir miyiz. Örneğin bir atlet söz konusu olsa, onun atletik yeteneği o insanı tanımlayan bir şey değil midir. Çok ünlü bir sporcunun fiziksel gücünü ve atletik yeteneklerini elini alın, diğer insanların onu değerlendirmesinde ve o insanın kendisinin varlığında büyük bir boşluk oluşmaz mı.
Kallikles ― Buna katılmamak elde değil.
Sokrates ― Fiziksel özelliklerinin bu kadar öne çıkmadığı normal bir insanı ele alırsak durum bundan farklı mı olur. Çevremizdeki insanları ya da dostlarımızı ele alalım. Onlardan birini düşündüğümüzde belki aklımıza gelen ilk şey olmasa bile, ilk şeylerden biri onların dış görünüşü değil midir. Bizim için karşımızdakinin varlığının böyle önemli bir parçası olan o insan içinde bu derece önemli midir. Bence daha önemli olduğu söylenebilir, çünkü insan bedenini içselleştirilmiş olarak bilir ve yapacağı her davranışta bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde vücudunun üstesinden gelebileceği işleri yapar. Özellikle bu bedensel sorunu olan insanlarda çok açıktır ve hayatı böylesine belirleyen bir şeyin, insanın varlığında ki yerini önemsememek akıl almaz bir iştir.
Kallikles ― Evet, böyle bir hataya düşmemek gerekir.
Sokrates ― Durum böyleyse insanların o bahsettiğimiz yerde varlıklarının böyle önemli bir parçasını oluşturan bedenleri nasıl varolacaktır. Fiziksel varlığımızı yok etmek varlığımızın önemli bir kısmını yok etmek gibi görünürken, fiziksel varlığı yok etmemek ise adaletsizlik ve eşitsizlik oluşturmayacak mıdır.
Kallikles ― Kuşkusuz bu içinden çıkılmaz bir sorun gibi gözüküyor.
Sokrates ― Bence daha asıl sorunu görmüyoruz.
Kallikles ― Henüz göremiyorum Sokrates.
Sokrates ― Fiziksel varlığımızdan bahsederken örnek olarak bir atletten bahsetmiştik. İstersen şimdi de genç, güzel, bir kızdan bahsedelim. Bilirsin öyleleri vardır ki bunlar insanın aklını başından alırlar. Bu alımlı kızların peşinden koşan delikanlıların yaptığı yiğitlikler için doğunun ozanları ne öyküler anlatmışlardır. Bizde de Truva savaşı da Helen yüzünden çıkmamış mıdır. İşte böyle bir kızı düşünelim. Sence böyle birinin taliplileri çok olmaz mı.
Kallikles ― Elbette ki olur.
Sokrates ― Peki bu durumda o talipliler bu kızın gönlünü çalmak için bir biriyle yaraşır durur, kız ne derse yerine getirmezler mi.
Kallikles ― Kızın gönlünü almak istiyorlarsa getirmeye görsünler bakalım.
Sokrates ― Elbette, o zaman bu durumu kız açısından düşünelim. Her istediği yerine gelen, ilgi odağı olmuş, hayatta istediklerine kolay ulaşan biri. Bir de tam tersi duru inceleyelim.
Kallikles ― İnceleyelim.
Sokrates ― Çirkin ve pek seveni olmayan bir kızı düşünelim. Onun içinse bazı şeyleri kazanmak çok daha zor olacak ve emek isteyecektir. Belki üzerinde çok ilgi olmaması ona kendisini geliştirmesi için boş zaman tanıyacaktır ve daha bilgili olabilmesini sağlayacaktır. Bu kızın durumunun diğer kıza göre bambaşka olduğuna katılır mısın.
Kallikles ― Bu apaçık ortadadır Sokrates.
Sokrates ― Bu durumda bu iki kızın yaşadıkları farklı durumların onların kişiliklerine etki etmeyeceği düşünülebilir mi. Her ikisinin de davranışlarıyla kişiliklerini oluşturacakları durumlar farklı olacaktır. Güzel olanı fazla ilgiden şımarık bir tabiata sahip olabilir, çirkin olanı ise yalnız yaşamaya daha alışkın ve belki de biraz huysuz tabiatlı olabilir. Fiziksel farklılıklarına rağmen her ikisi benzer bir kişiliğe sahip olsalar bile bu noktaya farklı aşamalardan ulaşacak ve bu onları farklı kılacaktır. Örneğin güzel olan kendisine gösterilen ilginin sadece fiziksel ve fazla değeri olmayan bir ilgi olduğunu fark edip daha anlamlı değerlerin olduğunu fark edebilir. Bulunduğu ortam ona bunu deneyimlemesi için olanak sağlar. Oysa diğeri beğenilen kızın atması gereken bu adımı atlayacak ve bu adıma gerek bile duymayacaktır. Bu onun adına daha basit ve olumlu görünse bile güzel kızın yaşadığı olgunlaşmanın karşısında bir eksikliktir.
Kallikles ― Sokrates eğer seni anlayabiliyorsam insanın fiziksel varlığının onun kişiliğinin oluşumunu etkileyen önemli bir faktör olduğunu söylüyorsun.
Sokrates ― Beni anlamışın Kallikles. Bu konudan biraz daha bahsetmeliyiz. İnsan hayatı boyunca verdiği kararlar konusunda kısmen özgürdür.Daha önceden verdiği sözler ve ya arkadaşlarımıza olan vefa borçları gibi durumlar kararlarımızı etkilese bile kimse normal dışı durumlar olmadığı sürece verilen kararın belirleyicisinin başta o kararı veren olmadığını söyleyemez. Oysa konu fiziksel varlığımıza gelince bu üzerinde çok az etkimizin olduğu doğa tarafından bize verilen, dayatılan bir şeydir. Burada sorulması gereken soru, bizim olan ama bizim seçmediğimiz fiziksel varlığımızın etkileri ile oluşumunda önemli rol oynadığı kişiliğimiz ile o bahsettiğimiz yerde sonsuz bir hayat sürmemiz adaletli midir?
Kallikles ― Seçmediğimiz bulduğumuz bir şeyin etkilerinin sonsuza dek üzerimizde kalması bana adaletli görünmüyor Sokrates.
Sokrates ― Bu konuyu netleştirdiysek tinsel varlığımızdan bahsedebiliriz. İnsanların düşünce yapılarının ya da dizgelerinin nasıl oluştuğu detaylı bir konusudur. Ancak bunu kısaca özetlemeye çalışabiliriz.
Kallikles ― Diyeceklerini sabırsızlıkla bekliyorum Sokrates.
Sokrates ― İnsanların düşünce yapısını çocukluğundan büyüklüğüne kadar aldığı eğitim, ailesi, yaşadığı ortam, önceden bahsettiğimiz gibi fiziksel varlığı ve çevresi, kısacası yaşadığı fiziksel, maddi ortam ve zihnini geliştirdiği ölçüde edindiği bilgiler belirler.
Kallikles ― Katılıyorum.
Sokrates ― İşte bu şekilde oluşturduğumuz düşünce yapılarımız bizi birbirimizden ayıran tinsel farklılıklarımız olacaktır. Bu yapıların verdiği kararlar ise o bahsettiğimiz yere gidip gidemeyeceğimizi belirleyecektir. İşte bu noktada o bahsettiğimiz yer ile ilgili belirlediğimiz şartlardan birinde sorun oluşabileceğini görüyorum.
Kallikles ― Hangisi ile.
Sokrates ― Mutlak bilgi ile. İlahi bir yerden bahsediyorsak şu kabulü yapmamıza kimse karşı çıkacağını sanmıyorum. Bir şeyin doğrusunu görebilmesine yetecek kadar bilgiye ve karar verme yetisine sahip olan bir insan doğru olanı kabullenir. Mutlak bilginin olduğu bir yer; bu bilgi bir potansiyel olarak varolsa ki, bu sonsuz zaman söz konusu olduğunda anlamını yitirir, ya da bu bilgi direk olarak bize verilse, herkesin doğru kararları verdiği, bunu da en uygun olan en sağlam akıl yürütmelerle gerçekleştiği bir durum, kısacası herkesin aynı olduğu bir yeri doğurur. Bu da farklılıklarımızı yok edecektir. Bahsettiğimiz yere farklı yollardan benzer doğruları bularak gelen insanları tek tipe düşürmek güzellikleri yok etmekten başka bir şey olamaz gibi görünüyor.
Kallikles ― Seni dinlerken farklılıklarımızın kişiliğimizin özü olduğunu düşünmeye başlıyorum. Farklılıklarımızı koruyabilirsek bahsettiğimiz yer eksikte olsa, bana olanaklı görünüyor, bunu başarabilir miyiz.
Sokrates ― Elbette hem de hiç bir şey yapmadan. Fakat bu sefer de orası için dediğimiz kötülüğün olmadığı, her şeyin iyiliğe yönelmesi konusunda sorunlar yaşabiliriz.
Kallikles ― Nedir bu sorunlar.
Sokrates ― Hatırlarsan buraya ilk geldiğinde birbirinden bu kadar farklı bir insan grubunun başka hiçbir yerde olmayacağını düşünüyordun. Bu farklılıkların önemlisi de zihinsel olanıdır. Bunu kabul ediyor musun.
Kallikles ― Kuşkusuz insanı temsil eden aklıdır.
Sokrates ― O zaman burada bulunan bir filozof ile hayatı boyunca anlamadığı bir dilde tamamen şekle dayanan bir ibadet yapmış, bununla birlikte okuma-yazma bile bilmeyen yaşlı bir kadını ele alalım. Bu ikisinin bulundukları ortamı anlaması, sahip oldukları olanakları kullanmaları, estetik algıları ve birçok şeyleri birbirinden farklı olur. Basitçe yüksek estetik algısıyla bir filozofun yüksek kültürden alacağı keyfi diğeri alamayacaktır. Burada bir adaletsizlik yok mudur.
Kallikles ― Elbette vardır.
Sokrates ― Bununla birlikte aralarında bu kadar fark olmayanlar arasında bu sorun daha da büyür. Farklılıklarıyla nimetlerden, ortamdan daha faydalananlar, diğerler bireylerle daha iyi geçinenler diğerleri tarafından kıskanılmaya başlar. Kıskanmak son derece insani ve hatta zaman zaman insanın kendini geliştirmesi için olumlu bir faktör bile olsa, bahsettiğimiz yer için uygun bir duygu değildir. Kıskançlık oradaki ilk günah olacaktır. Zamanla gruplaşmaları, çekememezliği, hainliği ve düşmanlığı getirecektir. Her şey zamanla öyle bir hale gelecektir ki insanlar dünyada ki günlerini barış dolu olarak görüp, o günlere özlem çekecektir. Her şeyin iyiye yönelmesi gereken yer kötülüğün kol gezdiği yer olacaktır.
Kallikles ― Anlıyorum, sanırım bu yolda ne kendimizi ne de bahsettiğimiz yeri koruyabiliyoruz.
Sokrates ― Öyle görünüyor. İstersen aldığımız yola bir daha bakalım. Öncelikle bahsettiğimiz yer için mutlak bilgi, her şeyde iyiliğe yönelme ve eşitlik şartlarını koymuştuk. Mutlak eşitliğin olamayacağını çünkü bunun farklılıklarımızı ortadan kaldıracağını söyledik. Farklılıklarımızın fiziksel, tinsel olarak bizi tanımlayan, var eden şeyler olduğunu ve bahsettiğimiz yerde bulunma sebebimiz olduğunu gördük. Bu farklılıklarımızı koruduğumuz zaman ise mutlak iyiliğe yönelmenin olamayacağını, kötülüklerin ortaya çıkacağını bu kötülüklerin son derece insani hatta zararsız olsalar bile bahsettiğimiz yer için varolmalarının kabul edilemez olacağına değindik. Bütün bunlardan sonra böyle bir yerin varlığını düşünmek benim için pek akıl karı gelmiyor.
Kallikles ― Beni de ikna ettiğini söylemeliyim Sokrates. Gene de hala anlamadığım bir konu kaldı. Madem bu yerin olanaksızlığını söylüyorsun neden hala buradasın.
İşte bu son söylediğim söz oldu ve kendimi uyanmış buldum. Sokratesin son cevabını hala merak ediyorum.
Hermogenes ― Sanırım Sokrates bu soruna, insanların neden kafalarına yatmayan, sorunlarını gördükleri şeylere hala inanmakta ki anlamsız ısrarlarının açıklanamaz olduğunu bildiği için cevap vermemiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder