Siyaseti okumanın ancak sınıfsal bir perspektifle olabileceğine inanıyorum. Ne millilik, ne "bilimsel", "teknokrat bir bakış" ne de başka bir ölçütün siyasetin doğru okunmasına imkan sağlamadığını düşünüyorum. Peki bugünün siyasi durumuna sınıfsal bakmak bize ne söyler?
Ilk olarak mevcut iktidarın yani Akp'nin siyasi hareketlerini din, millilik ya da artık ne düşünürseniz onun üzerinden değil, onu destekleyen kapitalist sınıf açısından okumak demektir. Bu sınıfa daha önceden anadolu kaplanları gibi isimler takılmıştır. Anadolulu, muhafazakar iş adamları da denebilir.
Günümüzde bu sermaye ne istiyor sorusunu cevaplamadan önce biraz geriye dönmemiz gerekiyor. Siyaset bilimiyle ilişkisi olan herkes Şerif Mardin'i bilir. Kendisi öyle bir şahsiyettir ki üniversitede siyaset bilimi okuyup kendisini tanımadan mezun olmak imkansızdır. Onun görüşleri ana akım olmuş; sağcısından, liberaline oradan solcusuna çok büyük bir kitleyi etkilemiştir. Bu kitle güncel siyasette yaşananları da o ön kabülle okumuşlardır.
Peki Mardin ne diyordu? Mardin'in analizi hala tartışmaya açık olan modern toplum nasıl olunur, kapitalizm nasıl inşa edilir sorusunu sorguluyordu. Gelişmiş bir toplum sivil toplumla mümkündü. Sivil toplumun varlığı ise devlete bağımlı olmayan, kendi ayakları üzerinde duran bir zengin sınıfla mümkündü. Şimdi sığ kafa ne demek devlete bağımlı olmamak, devletle iyi olmak iyidir vs. diyebilir. Ama gördüğümüz gibi devlete yakın olmak demek ihalelerle zengin olmak, rekabetten kaçmak, kalitesiz iş yapmak, denetlenmemek anlamına geliyor. Devlete mesafeli olmak rekabet için ayakta kalmak için çabalamak, hatta uluslararası rekabet içinde daha iyi olmak için çabalamak anlamına geliyor. Böyle bir sermaye devletten tarafsızlık, hukuk ve düzen bekler.
Mardin'e göre geleneksel türk burjuvazisi yani Sabancılar, Koçlar, Tüsiad vb. devlet eliyle zengin edilmiş, suni gruplardı. Bu gruplar bu sebeple modern Türkiye'nin oluşmasına katkı sunamazlardı. Devlet darbe dahil hangi antidemokratik uygulamada bulunursa bulunsun devlete karşı konumlanamazlardı. Tekelcilerdi, rekabetten kaçma amacındalardı. Varlıkları devlete bağlıydı. Keza yabancı sermayeye de bağımlı yani komprodorlardı.
Işte yeni anadolu sermayesi rekabetçiydi, kendi kendini var etmişti, bu nedenle de Türkiye'yi modernleştirecekti. Siyaset bilimciler arasında yoğun kabul görmüş olan tez kısaca buydu. Bu tez birçok açıdan çöktü. Akp iktidarı birçok açıdan otoriter bir yönetim sergiledi. Bunun yanında gayet devlet eliyle zenginleşmek temel mekanizma oldu. Yap-işlet-devretler, döviz garantili projeler, devlet teşvikli krediler her yöntem kullanıldı.
Bu sermayenin projesi gayet başarılı oldu. Uzun yıllardır iktidarda kalmayı başardı. Şimdi bu tür bir ilişkinin yolsuzlukları ve siyasi kirlenmeyi getireceği aşikar, böyle bir yapı ülkeye zarar verir mi? Bunlar konuşacaklarımız değiller. Bunlar ikincil etkiler ve biz dediğim gibi sınıflar üzerinden konusaçağız. Bu tür bir düzen temel olarak bu sermaye grubunu güçlendirir. Peki güçlendikçe ne olur? Iktidardakiler giderek bu sermayeye daha bağımlı olur. Özerkliklerini kaybederler. Bazı durumlarda bu sermaye artık iktidardaki yapıyı ayak bağı olarak bile görebilir. Artık rekabeti, serbest piyasayı daha verimli olarak görebilir.
Şimdi bunlara bir de üçüncü bir faktör ekleyelim. Kapitalizm döngüsel krizleri olan bir sistemdir. En iyi siyasi yönetim dahi bu krizlerden kaçamaz. Bazen kapitalizmde işlerin iyi gidiyor olması bizzat krizi hazırlar. Iyi ve kötü yönetimler arasındaki fark bu krizin şiddetini vs. belirlemekle sınırlıdır.
Şimdi bu iki faktör yani Akp ile organik ilişki içindeki sermayenin yeterince palazlanması ve kapitalizmin döngüsel ekonomik krizleri günümüz siyasetini anlamamıza yardımcı olur. Bu sermaye bugün hala Akp'ye bağımlıdır ama muhtaçlığı gün ve gün azalmıştır. Bu çevreler için en kötü senaryo kendisine tamamen karşı radikal bir iktidarın kurulmasıdır. Bu durumda bu sermayenin zenginleşme süreci belki hukuk konusu olacak belki kazanımlarını tamamen kaybetmek zorunda kalacaktır. Bu senaryonun en iyi ihtimali olarak kamu ihalelerinden dışlanmak dahi bu grup için kabul edilemeyecek bir durumdur. Yani beka meselesidir:)
Bununla beraber bu grup artık bir iktidara böylesine bağlı olmayı masraflı bulmaktadır. Örneğin cemaat oluşumu gibi aşırı siyasetle ekonominin iç içe olduğu kadro hareketlerine karşı olduğu darbe teşebbüsünün ve cemaatin günümüzde düştüğü durumdan bellidir. Akp söz konusu olduğunda da ipleri giderek daha çok eline almak istemektedir.
Bu ne demektir? Bu artık giderek Akp'nin bu gruplara hizmetinin daha alenileşmesi, daha görünür kılınmasında yatar. Bazen bizzat parti siyasi çıkarı bir yana halkın aleyhinde olduğu apaçık olaylarda bile sermayenin baskısıyla karar almaktadır. Grevlerin yasaklanmasından, termik santrallerin bacalarına kadar birçok olayda bu görülmektedir. En aleni göründüğü örnek ise kanal istanbul projesidir. Bu ısrarın arkasında yatan kaybedilen belediyelerin ve ihalelerin karşılığını bu proje ile kapatabilmektir.
Bütün bunlara rağmen Akp'nin ile bu sermayeler arasındaki ilişkiye baktığımızda hem Akp'nin eskisi kadar karlı olmadığını hem de Akp'yi ayakta tutmanın giderek masraflı olduğu görülüyor. Üstelik bu durum bir ekonomik krizle çakıştığı için ortalık toz duman oldu.
Ekonomik kriz kuşkusuz dinecektir ama gidişat birçok açıdan sürdürülemezdir. Artık önemli bir fail olan bu sermaye Davutoğlu ve Babacan'la kendini yedeklemektedir. Bu isimlerin en kötü ihtimalle Erdoğan sonrası dönemde önemli figürler olacağı kesindir. Imamoğlu yine çeşitli vesilelerle bu gruba güven tesis etmektedir. Bizzat dört tarafımızda Suriye, Irak, Iran, Lübnan gibi ülkelerde halk ayaklanmaları yaşanırken, Türk halkının da mevcut gidişte çok sessiz kalabileceği şüphelidir. Gidiş ılımlı geçişi kaplumbağa adımlarıyla göstermektedir. En azından bu sermaye için hayali budur. Ancak gelecek ne gösterir bilinmez.